-->
Logo

En Yeniler

MEHMET ÂKİF ERSOY’UN “ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ” ADLI ŞİİRİNDE DİL VE ÜSLÛP - Çanakkale Şehitleri Şiiri İncelemesi


Çanakkale Şehitleri Şiiri incelemesi: 





MEHMET ÂKİF ERSOY’UN “ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ” ADLI ŞİİRİNDE DİL VE ÜSLÛP*

ÖZET
Türk edebiyatının en büyük şâirlerinden birisi de kuşkusuz Mehmet Âkif Ersoy’dur. Bu yazıda, İstiklâl Marşı şâiri olarak da tanınan Mehmet Âkif Ersoy’un genelde edebî yönü; özel de ise dil ve üslûp ciheti ele alınmıştır. Daha sonra Mehmet Âkif Ersoy’un “Çanakkale Şehitleri” adlı şiiri göz önüne alınarak şâirimizin dil ve üslûp özellikleri saptanmaya çalışılmıştır. En güzel Çanakkale şiirlerinden birisi olan bu yapıt; kelime dağarcığı, söz varlığı gibi cihetlerden (sayısal verilerle) ortaya konulmaya çalışılmıştır.

THE LANGUAGE AND STYLE IN “MARTYRS OF ÇANAKKALE” POEM BY MEHMET AKİF ERSOY
ABSTRACT
Doubtless, Mehmet Akif Ersoy was also one of the greatest poets in Turkish Literature. In general, although he is known as a poet, in this text his literary side has been shown. Later on his poems were tried to determine by taking into consideration his language and style which were seen in his poems .His Martyrs of Çanakkale poem which is one of the most beautiful poems of Çanakkale was investigated in the aspect of his language and style . The poem was numerically put forth for consideration in both vocabulary and force of expression.

Giriş
İstiklâl Marşı şâiri olarak da tanınan milli şâir ve mütefekkirimiz Mehmet Âkif Ersoy, 1873 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. İmparatorluğun en sıkıntılı yıllarında yaşamış olan milli şâirimiz, muhterem babaları Hoca Tâhir Efendi’nin gayretleri sayesinde iyi bir aile terbiyesi, ahlakî ve kitabî eğitim almıştır. Daha lise yıllarında şiire ve edebiyata merak saran Mehmet Âkif Ersoy edebiyatı tam anlamıyla ruhuna, özüne sindirebilmiş nâdir edebiyatçılarımızdandır. “İstiklâl Marşı şâiri Mehmet Âkif Türk edebiyatında bir ahlak ve fazilet timsali, bir dînî îman san’atkârı ve bir millî heyecan şâiri sıfatiyle ebedîleşmiştir.”[1] Yokluk, çile ve ızdırap içinde hayat süren Âkif 1936 yılında vefat etmiştir.[2]
Türk edebiyatının güçlü simalarından Fuat Köprülü, edebi esere dönemin tarihî ve sosyal yapısının etki ettiğini değişik şekillerde ifade etmiştir. Merhum Mehmet Kaplan’a göre de insanın ailesi, çevresi, çocukluğu, mahallesi vs. faktörler onun düşünce ve yazı hayatına azımsanamayacak derecede tesir etmektedir. İşte bu noktadan hareketle Mehmet Âkif Ersoy’un yaşadığı dönemin siyasî ve sosyal yapısının yanında ailesi, yakın çevresi vb. durumlarının da sağlıklı bir şekilde bilinmesi gerekmektedir. Genel hatlarıyla bakıldığı zaman 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başlarındaki Osmanlı İmparatorluğu savaşların kıskacında kalmış yoksul bir devlet görünümündedir. Dönemin devlet görünümüyle Âkif’in hayatı arasında bir benzerlik söz konusudur. Yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Âkif, 63 yıllık hayatı boyunca bir kez olsun refaha ermemiştir. Yoksulluk, acı, gurbet Âkif’in ruhunda ve ruhunun yansıması olan şiirlerinde açıkça görülmektedir.
Mehmet Âkif Ersoy’un şiirlerinde sosyal düşünce hakimdir. Kişisel sanat gayelerinden uzak insanlığı ve kendi milletini kucaklayan, ‘ben’ duygusu yerine ‘biz’ duygusunun hakim olduğu şiirler Âkif’le bütünleşmiştir. Âkif denilince çileli ve sıkıntılı bir hayat akla gelir. Memleket sevdası ise şâirimizde hiçbir zaman zerre kadar eksilmemiştir. Edebiyat ve sanat görüşü açısından milli şâirimizin şu sözleri dikkate değerdir.
“Edebiyatı nasıl telakki ettiğimizi, nasıl bir meslek tutmak istediğimizi şimdiye kadar çıkan yazılarımız elbette göstermiştir. Şiir için, edebiyat için –süs-, -çerez- diyenler var. Karnı tok, sırtı pek milletlere göre bu söz belki doğrudur. Lâkin bizim gibi aç, çıplak milletlere süsten, çerezden evvel giyecek, yiyecek lâzım. Onun için ne kadar süslü, ne kadar tatlı olursa olsun, libas hizmetini, gıdâ vazifesini görmeyen edebiyat bize hiç söylemez.”[3]
Mehmet Âkif Ersoy’un şiirlerinin toplandığı yedi ciltten oluşan meşhur esere Safahat adı verilmektedir. 11.240 mısrada müteşekkil bu eserde toplam 108 şiir bulunmaktadır. İçerisinde Çanakkale Şehitleri’nin de geçtiği altıncı kitap ‘Asım’ 2292 mısradan oluşmaktadır. Bu kitap iki kez basılmıştır. (1924 – 28) Safahat içerisinde her açıdan en kıymetli şiir Âsım’dır. Şâirin hemen hemen her konuya bakışını, fikir ve düşüncelerini barındıran Âsım’ın bize göre en önemli kısmı meşhur Çanakkale Şehitleri[4] şiiridir.
Dış (devrin sosyal ve kültürel şartları, aile çevresi ) ve iç (mizaç, ruhi durum) etkenlerin tabi bir sonucu olarak Âkif’in edebi karakteri sanatçının kendi ruhunda yoğrulup şekillenmiştir. Bu durum Âkif’i diğer edebi şahsiyetlerden ayıran, onu özgün kılan üslûp kişiliğini oluşturmuştur. Sanat eserinde şekil ve dış yapı arasında uzak olmayan bir bağlantı olduğu için sanatçının iç dünyasında şekillenen dinamitler onun dil ve üslûbunu da aynen yansımıştır.
Milli şâir Âkif’in her şiirinde onun dil ve üslûbunu anlayabileceğimiz ipuçları mevcuttur. Âkif kelimenin tam anlamıyla milli, dini ve kültürel değerlerine son derece bağlı bir mütefekkir şâirdir. Türk edebiyatında aruz’u Türkçe’ye en güzel biçimde uygulayan şâirlerimizden biri de kuşkusuz Mehmet Âkif Ersoy’dur. Yerli olmayan bir şiir ölçüsü Âkif’in şiirlerinde milli vezin olarak göze çarpmaktadır. Çanakkale Şehitlerini de içine alan Safahat’ın altıncı kitabı olan Âsım bu açıdan Türkçe’nin ve aruz ölçüsünün muhteşem bir hünerle kullanıldığı pürüzsüz konuşmalar ve ince nüktelerden ibarettir. “Bu manzum eserde Âkif’in Türk milletine karşı büyük îmanı ve bu îmanın şerefli bir terennümü olan Çanakkle Şehidleri için yazdığı âbide şiir de vardır.”[5] Her yönüyle milliliği esas alan Âkif’in dil ve üslûp görüşü şöyledir:
“Sâde yazmak bizim için asıldır. Ne zaman bu asıldan ayrı düşmüşsek, mutlaka muztar kalmışızdır. Yalnız sâdelikde –cennet- i beğenmeyip –uçmak-, -cehennem- i bırakıp –tamu- diyecek kadar ileri gidecek değiliz. Hele dilimizin şivesini, ister Napolyon çizmesi çekmiş ister İngiliz çorabı giymiş olsun, hiçbir ecnebi ayağına çiğnetmeyeceğiz. Bu hususta ne kadar ta’assub, ne kadar muhafazakarlık kabilse göstereceğiz. Evet, eskiler gibi Arapça, Acemce düşünülüp; yahut yeniler gibi Fransızca, Almanca tertip eyleyip Türkçeye ondan sonra nakl olunan yazılara karşı gücümüz yettiği kadar hücûm edeceğiz. Zira şu hakikate iyice inanmışız ki: Dilsiz millet gibi şivesiz dil de yaşamaz; her memleket nasıl kendi tabiî hududu dahilinde ilerlerse, her dil de kendi fıtrî şivesi dairesinde terakki eder. Lisanın şivesine uymayan eserler mahdud bir kısım halk arasında bir müddet yaşar; lâkin sonra da ölür gider.”[6]
Türk edebiyatında en güzel ve etkileyici Çanakkale şiiri olarak bilinen Mehmet Âkif Ersoy’un Çanakkale Şehitleri adlı şiiri 84 mısradan müteşekkildir.
Günlük konuşma dilini şiir diline uyarlayarak sosyal bir şiir dili doğuşuna öncülük yapan Mehmet Âkif Ersoy’un dil ve üslûp özelliklerini tespit edebilmek için onun bazı özelliklerini bilmemiz gerekir. Vatan şâiri Âkif’in genelde edebî şahsiyetinin özelde dil ve üslûp özelliklerinin oluşmasına tesir eden bazı özellikleri şunlardır:
- Samimiyet ve içtenliği
- Eşine az rastlanır dostluğu
- Yalnızlığı
- Siyasetten uzak duruşu
- Okuyan ve okutan bir yapısının olması
- Fedakarlığı
- Vefanın timsali olması
- Cehalete düşman olması
- Dindarlığı
- Vatanseverliği
- İdealist yapısı
- Cömert ve mütevazı olması
- Cesur ve dürüst olması
Arap, Fars ve Fransız dillerini iyi derecede bilen Âkif aynı zamanda mükemmel bir Türkçeciydi. 1919 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından oluşturulan Kamûs-i Arabî Heyeti’nde başkan olarak görev yapan Âkif’in Arapça kelimelere bulduğu Türkçe karşılıklar heyetteki herkesi hayretler içinde bırakmıştır.
Çanakkale Şehitleri şiirinde Mehmet Âkif Ersoy’un dil ve üslûp özelliklerini (kısmî olarak) yansıtan bazı ifadeleri şöyle sıralayabiliriz.[7]
1. Yerel, mahalli ağız kullanımı: Bu şiirde Âkif çağdaşlarına göre gayet sâde ve anlaşılır bir Türkçe kullanmıştır. Şiirde geçen kafa, ayak, el, kol, bacak, çene, çelik, sürü, yaylım, yıldırım, sırt, sağnak, dağ, taş, öte, beri, eski, yeni, çehre, ordu, dört, kara, yoksul, vahşet vb. kelimeler Anadolu insanına çok uzak olmayan tarzda günlük hayatta sıkça kullanılan sözlerdir. Bu kelimelere bakan birisi Âkif’i bir halk edebiyatı şâiri gibi düşünebilir. Belki de Âkif’i güzelleştiren, onu Türk halkına sevdiren özelliklerinden birisi de yerel ağız kullanmasıdır. Bu hususta şâirin ne kadar hassas olduğunu daha önceden belirtmiştik.
2. Soru sorarak anlamı güçlendirme: Milli şâir Âkif’in bütün şiirlerinde olduğu gibi bu şiirde de soru sorma sanatını (istifham) sık sık kullandığını görmekteyiz. Hatta şiirin başlangıç kısmı bile ‘Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? diyerek başlar. Edebiyat literatüründe Şaşırtma Üslûbu’[8] olarak bilinen konu içerisinde soru sorma (istifham) alt madde olarak geçer. “Şâir bazı olaylar ve durumlar karşısında şaşkınlık, hayret ve hayranlık duygularını daha belirgin kılmak, güçlendirmek için cevap beklentisi içinde olmadan sorular sorar.[9]” ‘Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?’ derken okuyucunun ne kadar derinden etkilendiği ortadadır. Usta şâir Âkif ruhundaki mistik duyguları sâde dille yoğurarak enfes şiirlerini okuyucuya ikram eder.
3. Övgü: Şâir söylemlerini daha çekici hale getirmek için şiirde kendini veya bir başkasını över. Bu şiirde Âkif, vatan için gözünü kırpmadan canını feda eden asker için övgüler yağdırır. Hatta bir yerde Çanakkale Şehitlerini Bedir Savaşı’ndaki askerlere eş tutarak

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i..
Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi.

demektedir. Şiirde geçen diğer övgü mısralarından bazıları şunlardır:
Bu şiirin büyük bölümünde Mehmetçik’e övgü vardır.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?

Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i ilâhi o metin istihkam.

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın

4. Yergi: Âkif, duygu zengini bir şâirimizdir. Yedi devletin birleşip zayıflamış bir devlete saldırmasını hainlik olarak niteleyen milli şâir özellikle bu şiirin başlangıç kısımlarında düşman devletlerini nefretle anlatır.

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En keşif orduların yükleniyor dördü beşi

Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya

derken Osmanlı’nın aczi karşısında düşman ordularının acımasızlığını bu mısralarla dile getirir. Bazen içindeki öfke ve deniz dalgası gibi kabarır ve:

Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde – gösterdiği vahşetle – bu bir Avrupalı!
Dedirir yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahud kafesi!

Şeklindeki söylemleri kullanarak durumu şu mısrasıyla özetler.

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk;
Sâde bir hadise var ortada: Vahşetler denk

Başlangıç kısımlarında düşmana yergi, son kısımlarında ise Mehmetçik’e övgü vardır. Bazı yerlerde Âkif’in kızgınlığı o kadar artar ki şâir:

Kusdu Mehmetçiğin ağlarca durup karşısına
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.

5. Seslenme: Söylev ve nutuk olarak da bildiğimiz seslenme üslûbu ile şâir bir hatip edası ile söylemlerinin tesirini artırır, söyleyişe canlılık kazandırır. Âkif’in öne çıkan yanlarından birisi zaten onun hatip olmasıdır. Bu şiirde Âkif düşman zulmünü anlatmak, duyduğu derin acıyı aksettirmek için çoğu kez seslenme yoluna başvurur. Metrekareye 6 bin merminin düştüğü savaş meydanında mermiler askere değil de Âkif’in kalbine saplanmış gibidir. Mehmetçik için;

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

diye seslenen Âkif’in bu şiirinin çeşitli yerlerinde hitabeti örneklendiren diğer mısralar şunlardır:

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

Âh o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil

6. Karşılıklı Konuşma: Mehmet Âkif Ersoy’un pek çok şiirinde olduğu gibi ( Mahalle Kahvesi, Seyfi Baba gibi) bu şiirinde de doğrudan olmasa da dolaylı olarak bir diyalog söz konusudur. Çanakkale Şehitleri şiirinin genelinde bir sohbet, karşılıklı konuşma havası vardır. Şiiri okuyan kişi kendisini muhatab alabilir. Âkif bu şiirde doğrudan okuyucuyu muhatab kabul etmektedir. Bu durum şiiri etkin kılma yolunda ( şâir ve okuyucu açısından) son derece önemlidir.

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
‘Bu, taşındır’ diyerek Kabe’yi diksem başına;
Nerde gösterdiği vahşetle ‘bu: bir Avrupalı!’
Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına râm?

mısraları durumu örneklendirmektedir.

7. Tasvir: Anlamı açık seçik biçimde ortaya koymada başvurulan üslûp tarzlarından birisi de tasvirdir. Âkif muazzam bir tasvir yeteneğine sahiptir. O, gözüyle gördüğü herşeyi tıpkı bir fotoğraf makinesi gibi resmeder. Meşhur eseri Safahat’ın geneline bakıldığı zaman tasvir konusunda ne kadar usta olduğunu görebiliriz. Bu şiirde ise düşmanın durumu ve niteliği, savaş meydanı, Osmanlı devletinin zayıflığı, Türk askerinin imanı dikkate değer şekilde tasvir edilmiş, betimlenmiştir. Bilinen bir gerçek var ki Âkif Çanakkale Savaşlarını görmeden bu şiiri yazmıştır.

Eski Dünya Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı…

Övgü, yergi, soru, karşılıklı konuşma, hitabet vb. üslûp şekillerini bu şiirde başarıyla
uygulayan Âkif kendine has bir çizgi oluşturmuş şâirlerimizdendir
Şimdi de üzerinde durduğumuz şiiri dil özellikleri ile ele almaya çalışalım.
“Şiirde dil, bilinen anlamıyla insanlar arası iletişim kurma aracı değildir. İletişimsel kullanımının ötesinde bir işlevi vardır. Şâir, duygusal ve imgesel yönü ağır olan bir dil kullanır. Şiirde görülen dil, dilin alışılmış düzeninden farklı bir yapı arz eder. Söz ve kelime oyunlarına yer verir. Şâir, dilin tüm imkanlarını kullanarak onun, daha çok iletişimsel boyutu değil, sezdirimsel boyutu üzerinde durur.[10]

Kendine özgü bir şiir dili oluşturmayı başaran Âkif, şiirlerinde günlük konuşma diline yakın ifadelere yer verir.

8. Parantez İçi Cümle ve İfadelere Yer Verme: Bu şekilde şiir yazma dilin daha düzgün kullanımı açısından pek de hoş karşılanmaz. Fakat Türk dilini aruz ölçüsüne uydurmak da sanıldığı kadar kolay değildir. Bu yönden bakıldığı zaman sözü edilen ifade şekli zaman zaman kullanılmıştır.


Nerde – gösterdiği vahşetle – ‘bu bir Avrupalı’

Dedirir – yırtıcı, his yoksulu, sırtlar kümesi,

‘Gömelim gel seni târihe’ desem sığmazsın

‘Bu taşındır’ diyerek Kâbe’yi diksem başına

mısralarında bu durumu görebilmekteyiz.

9. Ünlemler: Âkif yazdığı bu kahramanlık şiirinin çok yerinde ünlem kullanmayı tercih etmiştir. Bu ifade şekli durumun önemini ortaya koymaktadır.

Bir hilâl uğruna yâ Rab ne güneşler batıyor!

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kovada!

10. İkilemeler: Anlamın etkisini artırmak için aynı, yakın anlamlı ve zıt kelimelerin tekrar edilmesidir.

Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer

Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela?

Şüheda gövdesi, bir baksana dağlar, taşlar…

Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana

Uzanırken gece mehtabı getirsem yanına

Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem

En keşif orduların yükleniyor dördü beşi

11. Deyimler: Sıkça kullanılan bağdaştırıcılardandır. Âkif mahalli dili çok sevdiği için olsa gerek bu şiirinde de deyimlere sıkça yer vermiştir. Deyimlerden bazıları şunlardır:
yol bulmak, kum gibi kaynamak, beyninden inmek, ölü püskürmek, sağnak sağnak boşanmak, mermi gibi yağmak, namusumuzu çiğnetmemek, uzanıp yatmak, dar gelmek, tarihe gömmek, taş dikmek, tavan satmak, yara sarmak, hüsrana bağmak, kucak açmak

12. Cümle: Şiir dilinde cümleler genellikle devrik yapıda olur. Çanakkale Şehitlerinde de cümlelerin büyük çoğunluğu devriktir.



Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber

Saçıyor zırha bürünmüş o namerd eller

Cümlelerin çoğunda eksiklik görmekteyiz. Bir başka ifadeyle eksiltili cümle görmekteyiz.

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…

Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayrân…

İsim ve fiil cümlelerinin her ikisi de kullanılmıştır.

Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana (Fiil cümlesi)

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o gün..(İsim cümlesi)

13. Özel Ad Kullanımı: Şiiri etkin ve canlı hale getirebilmek için şâirler, meşhur adlardan yararlanırlar. Bu şiirde Âkif; Kılıçaslan, Selahattin (Eyyubi), Bedir, Kanada, Ostralya, Peygamber (Hz. Muhammed S.A.V.), Süreyya, Marmara, Avrupa gibi adlardan yararlanmıştır.

14. Söz Varlığı: Âkif’in düşmanı nitelemek için kullandığı sözler genellikle öfke ve kızgınlık anında kullanılan kelimelerdir. Bela, kahbe, yamyam, his yoksulu, yırtıcı, sırtlan kümesi, yüzsüz, mel’un gibi.

Şiirde savaş anlatıldığı için muharebe terimleri de sıklıkla kullanılmıştır. Bunlardan bazıları;Top, tüfek, zırh, istihkam, tabya, gülle, mermi, bomba vb. kelimelerdir. Aruz veznini Türk diline uygulamada çok başarılı olan şâirimiz bu şiirinde de aruz ölçüsü kullanmayı ihmal etmemiştir. Şiirin ölçüsü şu şekildedir:

Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilün

Sonuç
Mesnevi nazım şekli ile yazılmış olan bu şiir 84 mısra, 42 beyitten müteşekkildir. Aruz vezninin Türkçeye en güzel uygulamalarından birisini burada görmekteyiz. Eserin dili dönemine göre oldukça sâde ve anlaşılırdır. Dildeki sâdelik Âkif’in sanatına bir engel teşkil etmez. Şâir edebi sanatlardan sıklıkla yararlanmaktadır. Karahanlı Türkçesi zamanında kullanılan Arapça ve Farsça kelimelerin büyük çoğunluğu burada da karşımıza çıkmaktadır.[11] Bir başka ifadeyle dilimize yabancı dillerden, abartılacak kadar, çok kelime girmemiştir. Şiirin dili konuşma diline yakındır. Yerel söylemler ve millilik göze çarpan ilk unsurlardandır. 84 mısralık şiirde toplam 369 kelime mevcuttur. Bu kelimelerden 287 tanesi isim; 82 tanesi ise fiildir. 369 kelimelik şiirin tamamında sâdece 8 adet Farsça tamlama kullanılmıştır. Bu kullanımlar ise vezin gereğidir. (akvâm-ı beşer, enkâz-ı beşer, mevki-i müstahkem, mahluk-i asil gibi). Arapça ve Farsça kelimeler eserin geneline bakıldığı zaman çoğunluk oluşturmaz. Şiirdeki Arapça ve Farsça kelimelerin sayısı ise 155’tir. Bu sayı korkulacak bir değer değildir. Çünkü Âkif’in 1890’lı yıllarda yazdığı şiirlerinde bu oran %60-65’leri gösteriyordu.[12] Şiirde dikkat çeken bir diğer nokta ise şâirin sık sık sıfatlardan yararlanma yoluna gitmesidir. Bu şekilde şiirin anlatma, ifade etme yetisi artmakta ve içerik zenginleşmektedir. (Eski Dünya, yeni Dünya, çelik tabya, mor bulutlar, demir çenber, ufacık kara, arslan nefer gibi).